Fethiye’yi ziyaret etmeyi, gezi ve tatil yapmayı düşünüyorsanız; Nasıl Gidilir, Nerde Kalınır, Ne yenilip içilir, Nesi meşhur, Hangi aktiviteler yapılır soruları için doğru yerdesiniz.
Turkuaz yeşile çalan mavi demek ve Türk’ten üretilmiş, Türk çinilerinin mavisinden. İşte mavinin bu en güzel tonu gelip Fethiye’de Ölüdeniz’e oturmuş. Akşamüstü, günbatımına doğru doğa harikası Ölüdeniz’de, başka hiç bir denizde göremeyeceğiniz turkuazı yakalayacaksınız.
Antik çağda Telmessos kahinler kenti olarak ünlenmişti.
Eski kent Telmessos Fethiye’nin sırtını dayadığı dağın yamaçlarından körfeze kadar uzanan geniş bir alanda kurulmuştu. Kalıntılar bugün de izlenebilir.
Başınızı kaldırıp baktığınızda yamaçta Amintas Kral Mezarı’nı göreceksiniz. İon sitilinde ve tapınuk türündeki anıt mezarın cephesi iki sütunludur. Soldaki sütunun orta kısmında “Herpamias oğlu Amintas” yazılı. İçeride üç taş peyke bulunmaktadır.
Kentin içinde ve çevresinde pek çok lahit ve kaya mezarı göreceksiniz. Anıtsal lahit mezarlardan en önemlisi PTT yanındadır ve Likya dönemine aittir. Lahit, savaşçıları simgeleyen kabartmalarla bezenmiş.
Şehrin güneyinde yükselen tepenin üzerindeki Telmessos akropolünde Aziz John Şövalyelerinin yaptığı sanılan bir kalenin kalıntıları var. Kale Osmanlı döneminde de kullanılmış. Tepeye çıkanlar, sur kalıntıları, sarnıç ve tepenin doğu yüzünde küçük kaya mezarları görecekler.
Telmessos’un amfi tiyatrosu, iskelenin hemen üzerinde sürdürülen kazılar sonucu ortaya çıkarıldı. Erken Roma döneminde inşa edilen, M.S 2. yy’da onarım geçiren tiyatronun 5.000 kişi kapasiteli olduğu ve Bizans döneminde Arena olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Şimdiki hali ile 1.500 kişinin kullanımına cevap veren Telmessos Tiyatrosunun onarımı için hazırlıklar sürüyor.
Fethiye’de Osmanlı dönemine ait eserler arasında 1791 yılında yapılan Eski Cami ve Fethiye Hamamı sayılabilir. Her iki eser de Paspatur Çarşısı’ndadır. 14 kubbeli ve 6 kemer üzerine kurulmuş hamam bugün de kullanılıyor. 2001 yılında açılan Fethiye Şehitler Anıtı, Kurtuluş Savaşı, Çanakkale savaşları, Kıbrıs ve Kore şehitleri anısına dikilmiş. Kaideyi çepeçevre saran rölyefler bu savaşlarda şehit olan askerleri betimliyor.
Başta Telmessos olmak üzere Fethiye çevresindeki antik yerleşimlerde sürdürülen kazılarda elde edilen buluntuların sergilendiği Fethiye Müzesi, kent gezisi öncesi ya da sonrasında gezilmeli. Tunç, arkaik, Helenistik, Roma ve Bizans dönemine ait arkeolojik, Menteşe, Osmanlı ve yakın döneme ait etnografik eserlerin sergilendiği müze Pazartesi dışında her gün 08.00-17.00 saatleri arası açık.
Fethiye merkezinin çevresindeki en tanınan plajlar Çalış ve Karagözler plajlarıdır. Çalış plajı körfezin açığında yol kıyısında uzun (5 km.), dar kumsallıdır. İyi rüzgar aldığı için sörfe çok uygundur. Dört km. uzaklıktaki plaja otobüs ve minibüs seferi düzenli ve çok sıktır. Yol ve kumsal boyunca çok sayıda otel sıralanır. Lokanta, bar ve alışveriş yerleri de var. Bir yörük çadırı kuruldu plaja. Kaybolmaya yüz tutmuş yörük kültürünü, mutfağını tanıtmak için iyi de oldu. İlgi görüyor. 1. ve 2. Karagözler plajları Fethiye’nin içinde sayılır. Rüzgarlı havalarda bile dalgalı olmayan denizi yüzmek için çok uygun. Plajda belediyeye ait Kayıkhane tesisleri her türlü su sporuna olanak tanıyor.
Fethiye yakın çevresinde çok sayıda başka plaj da var. Ölüdeniz Kıdrak ve Belceğiz plajları, sadece Fethiye ve Türkiye’de değil dünyada biliniyor. Ölüdeniz, Türkiye turizminin simgelerinden biri sayılıyor.
Fethiye’nin çevresindeki güzellikleri görmek, otel ve önündeki plajla kendinizi sınırlamak istemiyorsanız epeyce dolaşılacak yer bulacaksınız. Adı çok bilinen ve dolayısı ile kalabalık olan plajların dışında yerleri de seçebilirsiniz. Otomobiliniz varsa Oyuk Tepe denilen burnun etrafını dolaşmalısınız.
Mavi yolculuk ve günübirlik gezi teknelerinin uğrak yerlerinden biri olan Turunç Pınarı koyuna da karayoluyla ulaşılabiliyor. Kalemya koyunun batısındaki Turunç Pınarı koyunun tepeleri turunç ağaçlarıyla çevreli. İçinde tatlı su pınarı bulunan koyda Balıkçı Osman’ın Yeri diye bilinen salaş tesisler var. Koya gelenler dalından taze meyve ve sebze toplayabiliyor, masalarını balıkla donatabiliyor ve Balıkçı Osman’ın animasyonlarıyla eğlenebiliyorlar.
Kızılada: Gün batımında kıyılarındaki kum ve çakılların kızılımsı renk alması nedeniyle bu ad verilmiş. Adada deniz fenerinden başka bir yapı yok. Doğu kıyısı dalgalara kapalı olduğundan demir atmak ve yüzmek için uygun.
Deliktaş Adası: Kızılada’nın kuzeybatısındaki irili ufaklı adalar. Dalış yapmak isteyenler bu adaları tercih ediyor en çok.
Yassıca Adalar: Yassıcalar denilen bu adaların tek tek adları bile yok. Öyle küçücük adalar ki, birileri çıkıp da ad vermemiş. Hepsine birden Yassıcalar denilip geçilmiş. Adalarda hiç bir tesis yok. Büyükçe olanının denize uzanan kumsallı burnunun ucunda küçücük bir havuzcuk oluşuyor. Minik bebekler için özel olarak yapılmış gibi. Burada adalar arasında yüzme macerasını da korkmadan deneyebilirsiniz. En kısa ara hepi topu 12 metre iki adanın arasında. Yarım saat kadar yüzebiliyorsanız dört adayı dolaşabilirsiniz. Dilerseniz adalara çıkıp yürüyebilirsiniz. Yalnız yanınızda spor ayakkabı bulundurmayı unutmayın.
Zeytin Ada: Yassıcaların güney ucunda.Özel mülk olan tek ada. Osmanlı dönemine ait bir zeytin sıkma atölyesi de var.
Tersane Adası: Körfezdeki adaların en büyüğü. Mübadele sonrasında boşaltılmış eski Rum yerleşiminin kalıntıları yer alıyor adada. Adanın adını aldığı bir tersane ve gözetleme kulesinin kalıntısı karşınıza çıkacak ada gezisinde. Denizcilerin yaz ve kış koyları adını verdikleri iki koy, mavi yolculuk ve günübirlik gezi teknelerinin uğrak yeridir.
Domuz Adası: Prens adası da deniyor. Bir zamanlar adada bol yaban domuzu bulunurmuş. Adanın rüzgara kapalı limanına tekneler rahatlıkla yanaşıyor ve demirliyor.
Kleopatra hamamı: Mavi yolculuk ve günübirlik tekne turlarının uğramadan geçmediği koy. Mavi yolculuk tekneleri ve yatlar gecelemeyi çok seviyor. Günübirlik tekneler ise genellikle yemek molasını bu koyda veriyor. İskelenin hemen yanı başında, bir bölümü sular altında kalmış Bizans manastırı kalıntılarını göreceksiniz. Tekneden çıkıp kıyı boyunca ve orman içinde keyifli bir yürüyüş yapabilirsiniz. Kıyıda yatlara hizmet veren çardak lokantalar var.
Kendinize güveniyorsanız Kleopatra hamamı koyu ya da Yavansu’dan tepeye doğru yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşle antik kent Lydae’ye çıkabilirsiniz.
Tersane adasının kuzeybatısında yer alan Taşyaka koyu, ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir kaya üzerine yaptığı balık resmi nedeniyle Bedri Rahmi Koyu diye anılıyor. Koyda salaş lokantalar ve yatların yanaşması için ahşap iskeleler bulunuyor.
Göbün Koyu: Domuz adasının güneyinde, girişi epeyce dar, çevresi çam ve zeytin ağaçlarıyla kaplı uzunca bir koydur. Koyun uç noktasında karaya çıkanlar, kaya mezarları ve antik kalıntılarla karşılaşacaklar. Günübirlik tekne turlarında olmasa da kimi Mavi Yolculuk teknelerinin ve yatların demirlemek için sevdiği koylardan biridir.
Sayısız ve birbirinden güzel koy ve adanın bulunduğu Fethiye körfezinin Göcek bölümü yatlar ve mavi yolculuk teknelerinin en gözde yeridir.
Yatlar için her türlü servisin verildiği dört marina var Göcek’te.
Dünyanın ve Türkiye’nin “top sosyete”sinin buluşma noktasıdır Göcek koyları ve adaları. Birbirinden lüks tekneler çevrede boy gösterirler.
Son yıllarda Fethiye’nin gözde turizm merkezi haline gelen Hisarönü ve Ovacık çam ormanları arasında şirin beldelerdir.
Ovacık şehir merkezine 6 km. uzaklıkta. Ölüdeniz’e uzaklığı ise 5 km. Belde çok sayıda yeni otel ve tatil köyü ile turistik bir merkeze dönüştü.
Ölüdeniz ve Fethiye arasında olması, istendiğinde 10 dakikada Ölüdeniz’e ve Fethiye’ye inilebilmesi, şehir kalabalığından uzak konaklamak isteyenler için ideal bir mekan haline getirdi.
Hisarönü’ne ise Ovacık’ın hemen bitiminden sağa ayrılan yolla ulaşılıyor. Çok sayıda irili ufaklı otel, pansiyon ve tatil köyü hizmet veriyor. Fiyatları da makul. Buradan Ölüdeniz ve Belcekız koyları da yakın, isterseniz denize oralara gidebilirsiniz. Ovacık ve Hisarönü’ne Fethiye’den minibüsler düzenli çalışıyor.
Hisarönü Köyü’nü geçip çamlar arasından 5 km. daha ilerlerseniz bir “hayal-köy” göreceksiniz. Buranın adı Kayaköy. .Yamaca doğru biri diğerinin önünü kapatmayacak şekilde saygıyla dizilmiş 3500’e yakın evden oluşan bu köy eski bir Rum yerleşimiydi. Anadolu Rumları iyi tarımcı olduklarından ekilir dikilir araziye ev kurmazlardı. Evler çevredeki kayalık, taşlık alanlara kurulurdu. Kayaköy de bu anlayışa uygun kurulmuş. Köyde 1922’ye kadar 25 bin kişi yaşıyordu. İstiklal Savaşı’ndan sonra “Mübadele”de köyün sakinleri Yunanistan’a göçtüler. Köyde 13. yy’dan beri Hıristiyan toplumun yaşadığı biliniyor. Buraya da Batı Trakya’dan göçenler yerleştirildi. Kayaköy’ün önündeki düzlüğe evler kurdular.
Şimdi düzlükte 2000 kişilik bir yerleşik nüfus var, eski evler de kapısız, penceresiz bir yalnızlık içinde bekliyor. Evler bütünüyle koruma altına alındı ama bu işin epeyce geç yapıldığını siz de göreceksiniz. Eski adı Levissi olan köyde iki kilise, 14 şapel ( küçük kilise ) vardı.. Taksiyarhis ve Katopanayi kiliseleri çok harap durumda. İkincisinin ahşap kapısı Fethiye Müzesi’nde. Panagia Pirgiotis Kilisesi (Aşağı kilise) ise iyi durumda. Freskleri ile ilgi çekici bu kilise, ziyaret etmeye değer.
Batı yönüne (Gemile yönü ) doğru 3 km. kadar ileride, denizden 400 metre yükseklikte, denize uçurumla inen bir tepede bir manastır kalıntısı bulunmakta. Ayios Elefterios adlı bir keşiş tarafından 10 metrelik bir alanda kayaya oyularak yapıldığı ve ömür boyu çile çektiği rivayet olunan manastır köylüler arasında Afkule olarak biliniyor. Müthiş bir deniz manzarası var. İblis Burnu, Kurdoğlu burnu, hava uygunsa uzaklarda Rodos Adası bile görülebiliyor Afkule’den.
Kayaköy yakınlarında denize girmek için en yakın yer Soğuksu Koyu. Aşağı Kilise’nin önünden tepeye yürüyüp patikadan aşağı ineceksiniz. Yarım saatte yürünüyor.
Fethiye’den Ölüdeniz’e çamlar arasından giden yol 14 km. Yokuşlu inişli yolun sonunda birden müthiş bir mavi çıkıverir karşınıza. Burası Belcekız Koyu’dur. Koyun içinden uzanan kumsalı yürüdüğünüzde ise eşsiz Ölüdeniz’i görürsünüz. Ölüdeniz büyülü gibidir, kıpırtısız durur öylece. Dibinde tek bir yosun bile yoktur, beyaz bir kumla örtülüdür. Suyun ve dibinde kumun kırdığı ışık türkuaz bir renk verir. Ölüdeniz’e Çamların gölgesi düşer ve bu etkileyici türkuazı zenginleştirir.
Rüyalar diyarı bir doğayı hala koruyan Ölüdeniz’de tatil yapmak sadece plajda veya yüzme havuzu başında uzanmaktan çok daha fazla bir anlam taşıyor artık. Yamaç Paraşütü aktivitesi sayesinde bir doğa harikası olan Ölüdeniz’i 1969 metre yükseklikten yavaş yavaş alçalarak izleyebiliyorsunuz.
Bu yükseklikten sadece Patara Plajı ve Dalaman’ı değil açık bir günde Rodos’u bile görebiliyorsunuz.
Yamaç Paraşütü organizasyonu yapan acentalar Ölüdeniz sahilinde bulunabilir. Bir gün önceden ya da sabah rezervasyon yaptırılabiliyor.
Kayaköy’den Gemile koyuna 6 km’lik karayolu bağlantısı var. Aracı olanlar bu yolu kullanıp Gemile koyu ve plajına ulaşabilir. Plaj korunaklı bir koyda olduğu için çok tercih ediliyor. Koyun hemen karşısı ise Gemile Adası.
Fethiye çevresinin en çarpıcı yerlerinden birisi Kelebekler Vadisi’dir. 1995’in 8 Şubat’ında 1. derecede doğal SİT ilan edilen ve her türlü yapılaşmaya kapatılan kayalık ve çamlık vadide biraz zahmetlice tırmanıştan sonra milyarlarca, milyarlarca kelebeğin kayaları, ağaçların gövdelerini ve yapraklarını, kısacası her yeri bir şal gibi örttüğünü görmek çok şaşırtıcı bir etki yaratıyor.
Önce bunu fark edemiyorsunuz, doğal görüntü böyleymiş gibi geliyor insana. Ama bir ses, bir hareketle havalanıveren kelebekler gökyüzünü kaplıyor, vadiye gölge düşüveriyor.
Kelebekler Vadisi’ne gitmek için önce Ölüdeniz’e gideceksiniz, oradan kiralayacağınız veya dolmuş usulü gidiş-dönüş bineceğiniz bir tekneyle vadinin kumsalına ineceksiniz. Koy, Ködürümsü limanı olarak da bilinir. Tekne yolculuğu yarım saat sürüyor. Yolda dileyenler mavi mağaraya da uğrayabilirler. Mağaranın sularına bırakıp, mavi-yeşil yansımalara koy verebilirler kendilerini.
Fethiye’nin sıcağından bunaldıysanız Saklıkent’e gidin. Güneş ışınlarının giremeyeceği kadar dar ve yüksek bir kanyona girin, buz gibi sularda yürüyün.
Saklıkent’e Fethiye-Antalya karayolundan Kemer ilçesi yönünde ayrılarak ulaşılıyor. Sapaktan 13 km sonra Tlos’a, 21 km sonra da Saklıkent’e ulaşılıyor.
Kanyon kimi zaman daralarak, kimi zaman engebeli bir biçimde 18 km sürüyor. Sonuna kadar gitmek zor. Yazın sıcak günlerindeki serinlik hoş ama rutubet öylesine fazla ki. Yürüyüş uzadıkça keyfi kaçıyor. En iyisi birkaç yüz metre gidip dönmek.
Fethiye’ye 40 km. uzaklıktaki Tlos antik kentine Fethiye-Antalya yolu üzerinde 22 km sonra Kemer Bucağı’na sapıp, şehir içinden sağa dönerek (Çatallar Köyü yolu) 13 km’lik bir yolla ulaşılıyor.
Ören yeri Saklıkent’e de 8 km uzaklıkta ve Yaka Köy’ün yanında. Önünde Osmanlı yapısı bir kalenin gizlediği kentin akropolü dik bir tepenin üzerinde bulunuyor. Kaleye çıkarken yamaçtaki kayalıklara oyulmuş tapınak mezarlar dikkatinizi çekecek. Kanatlı atı Pegasus’un üzerinde üç başlı canavar Chimera ile savaşırken resmeden süslemeleriyle Bellerephontes’e ait tapınak mezar, bunların en görkemlisi. Girişinde iki sütun, üç bölümlü duvar, ortada süslerle bezenmiş kapı motifi, iki yandan mezar odasına giden kapılar mezara ilgiyi artırıyor.
Kalenin altındaki düzlükte Lykia duvar kalıntıları, 9 metre genişliğe sahip, 6 kemerli kapısı ayakta olan kent agorası, güneyde ise Roma dönemi surlar görülüyor. Kentin en iyi durumdaki yapısı tiyatro. Lykia kaya mezarları; hamam, paleastra ve gymnasion kalıntıları da ilgi çekici.
Antalya-Muğla il sınırını oluşturan Eşen Çayı’nda seyahat acenteleri kano turu düzenliyorlar.
Tur Kınık’ta köprü altında ve yaklaşık 15 km’lik mesafe kano ile geçilerek Patara kumsalında son buluyor. Bu tur sırasında yemek ve yüzme için mola veriliyor.
Eşen çayı Köprülü kanyon girişindeki azmaktan çıkıyor. Suyu çok temiz ve soğuk. Nehrin oldukça sakin akması nedeniyle herhangi bir tehlike bulunmuyor. Ama yine de yer yer küçük dökülmeler ve anaforlar var ve bunlar yolculuğa heyecan katıyor.
Fethiye’nin doğusunda, Fethiye-Kalkan karayolu çevresinde önemli antik kentler var.. Bu Lykia kentlerini mutlaka görmelisiniz.
Likçe adı Cadavanti olan Cadianda, Fethiye’ye 20 km uzaklıktaki Yeşil Üzümlü bucağı yakınında yer almaktadır. Tarihi MÖ 5.yy a kadar uzanan kentin Roma İmparatorluğu döneminde çok canlı ve zengin bir yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. Denizden 600 mt yükseklikte, çevresi muntazam olmayan taşlarla örülmüş bir surla çevrili kentin kuzey girişinde 4 adet Likya tipi mezar bulunmaktadır. MÖ 4.YY da yapıldığı sanılan mezarların 3 tanesi ev tipi olup bugün yıkık durumdadır. Tek bir kayadan oyulmuş 4.mezarın güney yüzünde divana uzanmış bir adam, kuzey yüzünde ise elindeki mızrak ve kalkanla hasmına saldıran bir atlı figürü yer almaktadır.Akropol’ün kuzey girişinde ilk karşılaşılan yapılar Dorik tarzı bir tapınağı ait olduğu sanılan kalıntılar ve Roma Dönemine ait İmparator Vespasianus tarafından yaptırılan yontma taş bir hamam kalıntısıdır.
Kentin kurulmuş olduğu tepenin yamacına oturtulmuş küçük tiyatronun batı bölümündeki oturma yerlerinin büyük bir bölümünün sağlam olmasına rağmen, sahne kısmı tamamen yıkılmıştır. Kentin merkezinde, batıdan doğuya doğru uzanan yaklaşık 9 metre eninde 900 metre uzunluğundaki geniş alanda yer alan kalıntıların şehir stadyumuna ait olduğu sanılmaktadır. Zira kazılarda ele geçen birçok yazıtta, Candianda’da düzenlenen atletizm şenliklerinden bahsedilmektedir. Stadyum çevresinde bulunan, başarılı atletlere ait oldukları sanılan heykel altlıkları da bu fikri doğrulamaktadır.
Fethiye – Kalkan yolu üzerinde Kınık’a gelmeden iki km önce Letoon yön levhasını göreceksiniz. (Kalkan’a 19. km kala)
Letoon ören yeri sapaktan 4 km içeride ve seralar arasında kalmış. Otomobille ören yeri girişine kadar gidilebiliyor.
Letoon antik kentinde yerleşim izleri M.Ö. 7. yüzyıla kadar gidiyor. Kalıntı ve buluntular, buranın dinsel ve politik bir alan olduğunu gösteriyor. Letoon, Lykia birliğinin birleşik sunağı durumundaydı.
Letoon’la ilgili şair Ovidius’un anattığı bir efsane var. Şöyle: “Zeus’tan hamile kalan tanrıça Leto, çocukları ikiz tanrı Artemis ve Apollon’u Delos’ta doğurur. Sonra Xanthos nehrinin (şimdiki Eşen çayı) denize ulaştığı yere gelip nehir boyunca kaynağa kadar yürür. Kaynakta çocuklarını yıkamak isteyen ama yerli halk tarafından engellenen tanrıça öfkelenir ve hepsini kurbağaya çevirerek öç alır.” İşte Leto tapınağı bu olayın geçtiği yerde tanrıça Leto adına yaptırılmış.”
Ören yerindeki diğer iki tapınak ise tanrı Artemis ve Apollon’a adanmış.
Şimdi üç tapınağın sadece temelleri kalmış. Onlar da dipten çıkan ve hiç eksik olmayan suların içinde. Tapınak temelleriyle sütun başları üzerinde kurbağa ve kaplumbağalar güneşleniyor.
Bir Lykia kenti olan Letoon M.S. 7. yüzyıldan sonra önemini yitirerek terkedilmiş.
Tapınakların güneybatı kesiminde çeşme ile doğusunda Bizans kilisesi yer alıyor. Ören yerinin kuzeyinde stoa ile arkasını kısmen doğal yamaca yaslamış Roma tiyatrosu bulunuyor.
Fethiye-Eşen yolu üstünde, 45. km’den batıya ayrılan yol izlenirse Minare köyüne ulaşılır. Minare köyünün halkı, ören yerine çıkan toprak yolu gösterebileceği gibi traktörlerle de ulaşımda yardımcı olmaktadır.
Likya dilinde yuvarlak anlamına gelen Pınara sözcüğü kimi yazıtlarda Pinale biçiminde okunmaktadır. Likya birliğinin önemli kentlerinden olan Pınara, Xanthos, Tlos, Patara, Myra ve Olympos ile birlikte üç oy hakkına sahipti. Satrap Piksodaros döneminde kentin ilişkileri bilindiği gibi, Büyük İskender’in Asya seferi sırasında İ.Ö.334-333 yılında adından sözedilir. Kentin batı kesimindeki yüksek kayalık bölge ilk yerleşim yeri olmalıdır. Roma çağında daha alçak olan kayalıkla aradaki sırta inen kentin tiyatrosu yer sorunu yüzünde neredeyse kent dışına, kuzeydoğuya inşa edilmişti.
Sidyma, Dodurga köyü yakınlarında, denizden 500 metre yükseklikte, Cragus dağının yamaçlarında ulaşılması oldukça zor bir bölgededir. Fethiye-Xanthos ana yolunda Eşen’in 6 km güneyindeki sapaktan jiple 6km daha gidilebilir. Bundan sonra taşlık ama iyi durumdaki biraz dik bir patikadan 250 metre daha yüksekliğe bir saat kadar tırmanılarak ulaşılır.
Arsada, Xanthos vadisinin gerisinde ve hayli yüksekte, eski Mt.Massicytus, şimdiki adıyla Akdağ yamacındaki yüksek bir düzlükte kuruludur. Yaklaşık 900 metre yüksekliktedir ve yolu yoktur. Kayadibi köyünden uzun ve dik bir patika ile ulaşılan Arsa köyünün yakınındadır. Köyün hemen batısında uzun alçak bir tepe bulunmaktadır. Batıya doğru vadiye oldukça dik inen tepenin doğu yamacında, aşağı yukarı yarı yolda, 2,5 metre kalınlığında taştan örülmüş bir duvar vadır. 300 metrelik bir kısmı yarı yarıya sağlamdır. Duvarın kuzey ucunda 9 m2 boyutunda bir kule ya da ufak kale vadır. Erken Hellenistik döneme ait olduğu sanılan bu kale, özenle yerleştirilmiş büyük poligonal bloklardan yapılmıştır. Kente ait yapılardan günümüze ulaşan yapı yoktur ancak köyün içinde ve çevresinde bir çok Likya mezarı bulunmaktadır. Çoğu Gotik lahit mezar tipindedir ve yazık ki tahrip olmuştur. En az bir tane ev tipi kaya mezarı ve çevrede birçok yontulmuş, yazılı bloklar mevcuttur. Yazıtların hemen hepsi kitabedir. Köyün biraz üstünde, kuzeye giden patikanın yanında, 2,5 metre yüksekliğinde bir kaya çıkıntısında bir atlıyı canlandıran bir kabartma göze çarpar.
Kalkan-Fethiye karayolunun 17. km’sinde Kınık içinden ve Eşen çayının kenarından sağa çıkan 500 m’lik yolla Xanthos ören yerine varılıyor. Lykia birliğinin başkenti olan Xanthos’un kuruluşunun M.Ö. 1200’lere uzandığı sanılıyor. Bu tarihte Troya savaşına Lykialıların başlarında Xanthoslu komutan olduğu halde katıldıkları yazar..
Xanthos’luların savaşçı ve cesur bir halk olduğu söylenir. Tarihçi Heredot M.Ö. 545 savaşıyla ilgili şöyle yazar: “Pers ordusu başlarında komutanları olduğu halde Xanthos ovasına indiği zaman Xanthoslular bitmez tükenmez kuvvetlere karşı az sayı ile döğüştüler. Yiğitlikle nam saldılar ama yenildiler. Kadınları, çocukları, hazineyi ve köleleri kaleye doldurdular. Ateşe verdiler. Öyle ki yangın kaleyi yerle bir etti. Bundan sonra birbirlerine yeminle bağlanarak düşmana saldırdılar. Ve hepsi de savaşarak öldüler.”
Yangınlarla ve savaşlarla sık sık tahrip olan Xanthos’un her defasında büyük çabalarla yeniden yapıldığı biliniyor. Roma döneminde de Brutus’ün yerle bir ettiği Xanthos bu defa bir başka Romalı komutan Antonius tarafından onarılmış. Bizans döneminde piskoposluk merkezi olan Xanthos Arap akınları sonrasında terkedilmiş.
Fethiye-Kalkan yolu üzerinde, Kalkan’a 10 km kala Patara-Gelemiş köyü ayrımı var. Ayrımdan sonra antik kente ulaşmak için 6, ünlü Patara plajına ulaşmak için de 7 km gitmek gerekiyor.
Antik kent girişindeki Gelemiş köyü de ayrımdan 4 km uzaklıkta.
Aslında Patara kent kalıntıları Gelemiş köyü öncesinde başlıyor. Kentin nekropolü olduğu sanılan kalıntılar arasında Lykia tipi lahitler, Roma devri mezar anıtları göze çarpıyor.
Patara bir Lykia kenti. Lykia birliğinin üç oy hakkına sahip altı kentinden biri ve belki de en önemlisi. Lykia birliği toplantılarının çoğunlukla Patara’da yapıldığı yazılıyor tarih kitaplarında.
Gelemiş köyünden 2 km sonra yol kenarında Patara’daki kalıntıların en görkemlilerinden Roma Zafer Takı görülüyor. Zafer takı, M.S. 1. yüzyıl sonlarında yaptırılmış. Tepeye doğru görülebilecek kalıntılar arasında hamamlar, Bizans bazilikası, Korinth nizamında tapınak bulunmaktadır. Tiyatro tepenin yamacındadır ve önemli bölümü kumlar altındadır. Tepede de Athena Tapınağı vardır. Eski liman şimdi sulak alan durumunda.
Patara plajından içeriye rüzgarla taşınan kumulların önüne geçilebilmesi için setler oluşturulmuş. Patara kumsalı, çevredeki kumsalların en uzunu ve en görkemlisi. 18 km uzunluğundaki kumsalın derinliği yer yer 200-300 metreye ulaşıyor. Kumu incedir. Deniz ise sığdır. Hemen hemen hiç durmayan rüzgarı nedeniyle windsurf için de uygundur. Patara kumsalı deniz kaplumbağalarının yumurta bıraktıkları yerler arasında bulunduğu için koruma altındadır.